Hola meraklı insan! Nasılsın?
Geçen hafta YouTube kanalıma destek olduğunuz için teşekkür ederim. 1000 aboneyi geçti. Uzun süredir yapmak istediğim ama yapmaktan kaçındığım, duyguları tanıtan bir seriye başlamak için bekliyordum. Bu hafta bu seriye başlıyorum. İlk bölümü yayında. Haftalık olarak bir duyguyu kısaca anlatmaya çalışacağım ve tabii ki podcast’imin videolu içerikleri de yer alacak. Umarım beğenirsiniz. Yorumlarınızı bekliyorum.
Merak ve heyecanla!
Çağrı
meraklı soru
Şu işlemi yapınca şaşıracaksınız: “259 x yaşınız x 39” Sonuç şaşırtıcı değil mi?
Tıklayıp yanıtını tweet atarak paylaşmak ister misin?
Dünyayı Nereden Görüyorsun?
Yukarıdaki haritayı belki görmüşsünüzdür. Ara ara Twitter gündeminde paylaşılıyor. Çinlilerin 1799 yılında hazırladığı bu harita ilk bakışta güzel bir çalışma diyebilirsiniz. Ki aslında etkileyici detaylara sahip. Yine de aşağıdaki İspanyol haritasının 1300’lerde yapıldığını, Piri Reis’in dünya haritasındaki detayları düşününce oldukça yetersiz de gelebilir. Bültende benim konuşmak istediğim konu hangi harita daha iyi, Çinliler haritacılıkta kötülerdi şunlar iyilerdi konuları değil. Bunu merak ediyorsanız Reddit’in MapPorn konu başlığına girin. Hatta yukarıdaki harita üzerine olan tartışmanın sayfasını ekliyorum.
Benim bu haritadan yola çıkarak konuşmak istediğim ise dünya haritalarını öğrenme şeklimizin bizi nasıl etkilediği. Şu an sizlere bir dünya haritası çizin desem, farkında olmadan Türkiye’yi merkeze alan, diğer ülkere göre oldukça büyük gözüktüğümüz bir harita çizeceksiniz. Türkiye’yi olduğundan büyük çizdiğimizi belki de hiç düşünmeyeceksiniz dahi.
Bir eğitim için gittiğimiz İzlanda’da 4 farklı ülkeden gençler bir aradaydık. Bir profesör bizleri ülkelerimize göre gruplara ayırdı ve dünya haritası çizmemizi istedi. Basit bir görev gibi geldiğinden hızla çizdik. Sonra birbirinizin haritalarını gezin bakın dediğinde her haritada şaşırdık. Örneğin İzlandalıların çizdiği haritada Türkiye neredeyse yoktu, kağıdın ortasında kocaman İzlanda yer alırken Çin bile kendisine küçücük bir yer bulabilmişti.
Belçikalı grup da, Litvanyalı grup da benzer şekilde kendi ülkelerini olduğundan büyük çizerken diğer ülkeleri küçük çizmişti. Tabii gezerken İzlandalı gruba “Ülkenizi çok büyük görüyorsunuz galiba, çok küçücük bir ada ülkesi değil misiniz?” diye takıldım. Onlar da “Ee sen kendi ülkeni çizdiğine bak!” dediğinde önce bozuldum. Sonra ise gerçekten haritalara bakınca farkında olmadan doğup büyüdüğümüz andan itibaren gördüğümüz haritalar bizim algımızı hiç farkında olmadan şekillendiriyor. Kendi ülkemizle gurur duyuyoruz tabii ki ama boyutunu, lokasyonunu odağa merkeze alarak hayata bakıyoruz.
Yukarıdaki Çinlilerin 1799’da çizdiği haritayı gördüğümden beri bunu düşünüyorum. Bu yaptığımızı sadece harita konusunda yapmıyoruz. Kendimizi de odağa koyuyoruz, kendimizi de merkeze koyuyor ve olduğumuzdan daha akıllı, daha güzel, daha becerikli ve her şey etrafımızda dönüyor gibi düşünüyoruz. Bu eğilimi fark etmek rahatlatıcı geliyor. Ne dersiniz?
Kendinizi odağa koyarken, hayatınızda önem verdiğiniz kişileri Çağrı’nın Dünya Haritası, gibi sizin adınızla bir dünya haritası koysak nerelerde olurlar? Ne kadar yer kaplarlar hayatınızda? Bu kapladıkları yerler, doğduğunuzdan beri ne kadar değişti? Artık yer almayanlar kadar, yer alacaklar için yeterli boşluk var mı? Bu hafta konuya buradan bakalım dedim.
🎙 Kendini Sabote Etmeyi Bırak
“Sisifos gibi tekrar tekrar yapıyoruz... Bir acı çekiyoruz ve çektiğimiz bu acı artık tanıdık olduğu için ondan ayrılmak istemiyoruz. Farkında olmadan bu acı bizi rahatlık alanında tutuyor... Her gün Sisifos gibi o taşı yuvarlamaya giderken bizler de bu acıları taşımaya devam ediyoruz. Bırakamıyoruz.
Kendimizi sabote etmeyi o kadar sık yapıyoruz ki, kendimizi sabote etmeden ilerlemenin ne demek olduğunu bilmiyoruz.
Kendi kendini sabote eden birkaç davranışımız şunlar:
Direnç: İnsanlar genellikle neyin yanlış gittiğine değil, neyin doğru gittiğine karşı direnç hissederler. Doğru gidenlerden korkarız.
Mükemmeliyetçilik: Sizi ortaya çıkıp denemekten veya hayatınızdaki önemli işi gerçekten yapmaktan alıkoyar.
Dağınıklık: Hayatınızı ve mekanlarınızı kargaşa içinde bırakarak, sadece çevrenize dikkat etmeyi akılsızca unutmuyorsunuz.
Üst sınır: Bu, hayatınızda sahip olmaktan memnun olduğunuz "iyi" miktarıdır; olumlu duygulara sahip olma veya olumlu olaylar deneyimleme eşiğiniz. Sınırınızı aştığınızda, kendinizi rahat olana geri döndürmek için bilinçli ya da bilinçsiz bir tercih yaparız.
Dinlemek için: Spotify, Poddy Apple, Google, YouTube
🤝 Bölümlerin Transkriptlerinin Patreon’da olduğunu biliyor muydun?
İçeriklerimi seviyorsan ve bu alanda daha fazla üretmem için destek olmak istersen, Patreon hesabımdan bana bir kahve ısmarlayabilirsin. --> Patreon Çağrı Küpeli
Duyguları Tanıma Serisi 1: Acıma
“Özellikle dilenciler acıma duygumuza oynarlar. Bakışları, sözleri ve hareketleri ile kendimizi onlardan daha şanslı hissederiz. Haliyle bu duyguyu biz de canlandırmalarının karşılığında da ödüllerini alırlar.”
Duygularınızı ne kadar tanıyorsunuz? Duygularımızı yönetebilmek için onları tanımak ve iyi - kötü, olumlu - olumsuz diye etiketlemeyi bırakmak gerekiyor. Duygular bizim birer parçamız. Ancak oldukça subjektifler. Yani onlara tamamen güvenmek mümkün değil. Ancak onları anlayabilirsek, bize ilettikleri mesajları fark edebiliriz. Üstelik 300’ün üzerinden duygumuz var. Peki ne kadarını biliyorsunuz? Bu seride duyguları konuşuyoruz.
İlk bölümde ise ele aldığım duygu: Acıma.
Merak listem
Hippopotamların yüzemediğini biliyor muydunuz? Ben su aygırı dediğimiz bu canlıların suyun içerisinde yaşadıkları için iyi yüzücü olduklarını düşünüyordum. Oysa ağırlıkları nedeniyle yüzemiyorlarmış ve hatta suda süzülmeleri de zor olduğu için dibe ayaklarıyla dokunarak hareket ediyorlarmış. Üstelik bu canlılar suyun içerisinde uyuyabiliyor! Çok ilginç geldi. Merak edenler San Diego Zoo’nun sitesinden okuyabilir. Bu arada Hippopotam ismi eski Yunanca su atı ya da nehir atı demekmiş. Bu da öyle bir bilgi.
Bu haritayı görünce “Yok artık!” dedim. Java adası nasıl Rusya’dan, Türkiye’den Arjantin’den Almanya’dan daha fazla nüfusa sahip olabilir ki? Sonra baktım ki şu an nüfusu 145 milyonmuş. Endonezya’nın başkenti Cakarta’nın da bulunduğu ada (128.297 km²) Türkiye’nin (783.562 km²) 6’da 1’i büyüklüğe sahip.
dsquared2 moda şovunda bir zaman kapsülü gibi bir “dönüşüm kapsülü” yaratıyor ve giren kişiler bir iki saniye bambaşka bir tasarımla dışarı çıkıp yürümeye devam ediyor. Bu yanılsamayı yaratmak için tek yumurta ikizleri kullanmışlar ve harika bir şov yapıyorlar. İzlemek için tıklayın.
O kadar haritalardan bahsedince araştırırken karşıma çıkan bir diğer ilginç harita ise Almanya’daki göçmenlerin yoğunluğunun hangi ülkeden olduğu üzerine olandı. Tabii ki şaşırtmadı, yine kıyıları kaptırmış, ortalarda yoğunlaşmışız.
Bu hafta herkes New York’ta Ortodoks Haredi Yahudileri’nin bir sinagog’un altını neden kazdığına dair birbirinden uç ve dehşete sürükleyen içerikler (çocukların kanlı yatakları vb.) paylaştı, anlattı. İşin aslını ise yine kimse pek umursamadı. Yunus Emre Erdölen bu olayın gerçek yüzünü serbestiyet’teki köşesinde kaleme almış. Olay aslında kendi içlerindeki iki grubun kavgası ve bir grubun Mesihçi tutumla hareket ederek binayı genişiletmek isterken asıl yönetimde olan grubun bunu reddetmesiyle olmuş. Mesihçi gruptan bazı kişiler yan binadan buraya tünel kazmaya başlamışlar. Fark edilmeleri zaman almış ve sonra cemaatin şikayeti ile olay ortaya çıkmış. Komplo teorisi aramaya gerek yok, ama arıyoruz.
Flush uygulamasını duydunuz mu? Bize gelir mi bilmiyorum ama ABD’de tuvalet rezervasyonu yapmanızı sağlayan bir uygulama. Anladığım kadarıyla restoran, kahve dükkanı, hotel ve kayıt olmak kişilerin tuvaletlerini kullandırmak için bu uygulamaya gidiyor. Bu sayede müsait zamanda ve tuvaletin puanlarını görerek rezerve edip ödeme yaparak kullanıyorsunuz. Temiz ve güvenli bir tuvalet modeli gibi. Tuvaletlerin Airbnb’si diyebiliriz. Sanırım duş gibi özellikler de ekleniyordur. İlginç geldi.
Argo kelimeleri sık kullanan birisi değilim. Yine de beni çoğu argo kelime büyülüyor. Literat kanalında Dil Bilimci Mehmet Ölmez Puşt, Yosma, Enayi gibi argo kelimelerin nereden geldiğini anlatıyor. Oldukça ilginç kökenleri var. Örneğin puşt sözcüğü aslında “arka” demekmiş. Kıç sözcüğü gibi bir şeyin arkasını ifade ediyormuş. Ancak sonra kullanılırken değişmiş ve şu an hakaret etmek için kullanılıyor.
Mine Kobal Ok, Descartes’ın “Nasıl rüyada olduğumuzu anlayabiliriz? ya da uyanık olduğumuzu nasıl fark edebiliriz?” soruları üzerinden “Yönetim Kurulunda Felsefe” serisinde bizlere Descartes’ı anlatıyor. İlgimi geçti ve keyifle izledim.
📕 Ne okuyorum?
Bu hafta Erlend Loe’nun “Doppler” kitabını okudum. Uzun süredir okumak istiyordum ama bu hafta okumak mümkün oldu. Kitap bir kişinin ormanda yaşaması ve kendisini sorgulaması ve kendisini tanıması üzerine iyi gelen bir eser.
Altını çizdiğim ilk yer:
“Başkalarına söylenecek o kadar çok laf varken, ben bunların bir tanesini bile söylememişim. Aslında söylenecek pek fazla bir şey olmadığının canlı kanıtı benim. Kendimle gurur duyuyorum.” s.74
Geçen hafta okuduğum Sunay Akın’ın İstanbul’un Nazım Planı kitabını sevdim. Yine anlattığı hikayelerle ile birbirinden uzak gibi görünenleri birbirine bağlamasını okumak oldukça keyiliydi.
🎧 Podcast önerileri
Dersten Sonra podcast’ini yapan Emre Birced’e konuk oldum. Birlikte hayat boyu öğrenme üzerine keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.
Keyfimin Kahyaları podcast’inde Tolga ve Yasemin’in “Sezgilerimi Duyabiliyor Muyum?” sorusu üzerinden konuştukları bölüm oldukça keyifliydi.
On Purpose podcast’inde Jay Shetty Micheal Obama’yı konuk etti. “Partner’in değişirken nasıl onunla kalırsın” başlığını ierien bölüm oldukça etkileyici ve ilham vericiydi.
Haftalık podcast önerilerimi “Merak bülten öneriyor” Spotify listesinde topluyorum. Göz atmak ve takip etmek istersen sevinirim.
Meraklı düşünceler
“Yirmili yaş dolaylarında öyle bir an vardır ki; yaşamının geri kalan kısmı boyunca ya herkes gibi olmayı ya da farklılıklarını erdeme dönüştürmeyi seçmen gerekir.” Mülksüzler, (s. 215), Ursula K. Le Guin
Erdemlerinizi dönüştürmeyi seçtiniz mi? Le Guin, burada 20’li yaşlar dese de her an bence bunu seçme şansımız var. Ne kadar erken fark edersek, o kadar etkili olabiliyor.
“Böyledir bu iş;
Yaşamak ertelendi mi,
hızla akar geçer.” Seneca
Yavaşlamaya ne dersin?
Merakla
Çağrı